Biri erkek üç hemşire var 25 kanserli çocuğun dünyasına ışık saçan.. Çocukları omzunda gezdirip koridorlarda saklambaç oynayan.. “Anne” diye sesleniyor çocuklar onlara. “Annem gibi kokuyorsun” diyerek sarılıyorlar…
Uzunca bir koridoru olan iki klinik, yaşamla ölüm arasında 25 çocuk ve onlar için hastanede ikinci bir hayat kurmuş üç fedakâr sağlık çalışanı… Tuğba, Mutlu, Fatih; “Bu kadar da olmaz. Sevginin de bir sınırı var” dedirten üç insan… Kamu Hastaneleri 2. Bölge Genel Sekreterliği Dışkapı Çocuk Sağlığı Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki bu üç hemşire örnek hastane ortamlarını SABAH Ankara’ya anlattı.
“Kansere Anne Eli Gibi”
Söz konusu kliniğe 20’li yaşlarda geldiğini ve 15 yıllık geçmişini anlatırken gözyaşlarına boğulan hemşire Mutlu Özen (38), “Biz bu klinikte sadece mesai yapmıyoruz, avuçlarımıza ‘hasta’ diye bırakılan kanserli yavruların şifa bulması için anneleri gibi sabahlara kadar başlarında bekliyoruz. Kim bilir kansere anne eli değerse alt ederiz” dedi. Özen, “Hastalarımız 0-18 yaş arası kanser hastası çocuklar. 24 hastam, çocuğum var. Durumları genelde ağır hastalar bunlar. Psikolojik yükü ağır bir klinik burası. Çocukların buraya ilk geldikleri halleriyle zamanla dökülen saçlarını zayıflayan bedenlerini görüyorsunuz. Başlarında yaşlanan anne-babalarının feryatlarına şahit oluyorsunuz. Geceleri inanılmaz ağrılarla yaşam mücadelesi veren bu yavrularla baş başa kalıyoruz. Anaları ile sabahlara kadar nöbet tutuyoruz” diye konuştu.
“Kim Demiş Erkekten Anne Olmaz”
Kliniğin en renkli ismi ise 10 yıldır burada çalışan erkek hemşire Fatih Ayaloğlu. “Hastanenin gözde annesi diyorlar bana” diyen Ayaloğlu, “Kemik iliği nakil ünitesindeyim. Yani yeniden hayata başlangıcın filizlendiği bir serviste. Çocukların hastalıkları dışında da dramları var, maddi sıkıntı, anne babasızlık… Benim bulunduğum serviste çocuklar iki kapılı tek odalarda aylarca kalabiliyor. Zorlu bir süreç işte bu yüzden biz burada sadece hemşire olamıyoruz dahasına ihtiyaç var. Anne ve baba şefkati ile çalışmadan burada yapamazsınız. Çünkü bu çocuklar özel… Çok büyük bir hastalıkla mücadele ediyorlar. Onlar için moral, gülümseme hastalıklarının yegâne ilacı. Bir erkek olarak burada onların sayesinde anneliği öğrendim, o engin şefkatle tanıştım, kim demiş erkekten anne olmaz diye” ifadelerini kullandı. Ayaloğlu, “Kucağımızda, ayaklarımızda sallayarak uyutuyoruz, kendi çocuğum gibi yemeklerini yedirip dizlerimde uyutuyorum. Günümün büyük bir bölümünü burada onlarla geçiriyorum, kendi çocuklarımla inanın daha az zaman geçiriyorum, onların bize ihtiyacı var. Onlar bizim sadece hastalarımız değil, evlatlarımız. Şefkatimize ihtiyaçları var, biz bu şekilde mutluyuz. Bir erkek olarak inanın ben burada annelik hissi kazandım, şefkat bağlarım kat be kat arttı. Ben buranın erkek annesiyim. Evde eşim kendisinden daha anne olduğumu söylüyor. Onlarla dertleşiyoruz, tavla oynuyoruz, yani ben burada hem anne hem de babayım” şeklinde konuştu.
‘Evden Gelişimizi Bekliyorlar’
Kliniğin en genç hemşiresi olan Tuğba Arslan (25) da, “İlk görev yerim ve iki yıldır buradayım. İlk başlarda hastaların ağır durumları karşısında adaptasyon sorunu yaşadım ancak zamanla burası beni yaşama bağlayan yer oldu. Burada yaşamın da ölümün de adım adım geri dönüşüne şahit oluyorsunuz. Evden gelişimizi, yolumuzu dört gözle bekliyorlar. Annelik ötesi şeyler hissediyoruz. Takip ettikleri kitaplar, boyama kitaplarını getireceğimiz gün saatleri sayıyorlar. Kemoterapi aldıkça güçsüzleşen bedenlerine dayanak olurken göz yaşları içerisinde yaşıyoruz her şeyi. Benim çocuğum yok ama 30’a yakın evladım var” dedi. Çocukları öpüp koklayan üç hemşirenin son sözleri ise şöyle: “Geceleri onlarla hastane koridorlarında saklambaç oynuyoruz, serumları olmadığı günlerde sek sek, oyun havaları oynuyoruz. Bazı günlerde hemşire odalarında sinema günleri yapıyoruz. Evlatlarını kaybeden analarla ilişkimiz bitmiyor, aile bağlarını devam ettiriyoruz.”